Son günlerde kendim hakkında paylaştıklarımdan çok paylaşmadıklarımı düşünüyorum. Malum son yıllarda kendimizi “paylaşımlarımınızın” penceresinden görüyoruz. Benim paylaşma hikayemse daha da eski zamanlara dayanıyor, meslek icabı.
Meslek icabı duygularımı paylaşıyorum, düşüncelerimi paylaşıyorum, mimiklerimi, hareketlerimi paylaşıyorum. Meslek icabı görünür oluyorum, meslek icabı hayatımın tam orta yerinde insanların beni izlemesi var.
Oyuncu denilince insanın aklına yazar ve yönetmen her ne derse onu ortaya koyan biri geliyor. Kendi yaratıcılığı işin içinde yokmuş gibi, nasıl davranılması gerektiği söylenen bir kukla gibi. Bunu ne zaman ben de böyle düşündüm bilemiyorum. Yıldız oyunculardan bahsetmiyorum, onlar kendi yönetmenlerini tutuyorlardır herhalde:)
Yoshi Oida’nın görünmez oyuncusundan bahsetmiyorum burada. Kitabında, oyuncunun sahnede görünmez olmasından, kendi olduğu kişi olarak görünmemesinden söz eder. Kendi silinir ve sahnede canlandırdığı rol kalır. Bu tabi zor bir mesele, çokça çalışma gerektiriyor ki o da zaten Japon Tiyatrosundan geliyor. Japonların bu konularda ne kadar titiz olduğunu biliyoruz, filmlerden. Yoksa ne bir Japonla tanışmışlığım var ne de Japonyaya gitmişliğim.
Konu nerelere gitti. Oyuncu denilince kuklanın yanı sıra bir de piyon geliyor gözümün önüne. Bir şey için öne sürülen, kullanılan biri. Yine nereye gittim. Asıl anlatmak istediğim de bu değildi.
Ben ve paylaşamadıklarımdı. Anlatıcı olduğumda yani masallar anlatmaya başladığımda demek istiyorum; oyuncu olmanın yanı sıra başka bir şey daha oldum. Dünyaları hayalinde yaratan, onları anlatan biri. Yarattığım dünyalar kendi içimden geliyordu evet ama onlar toplumların yarattığı rüyalarla karışıyordu. Kendi hikayelerimi anlatmışlığım daha azdır. Kendi hikayemdeki duygularımı masallara yansıtıyor, onların ışığında ya da gölgesinde konuşuyordum.
Yine tam olarak görünmüyordum. Aslında sadece sahnede değil, kendi hayatımda da. Görmedikleri pek çok yönüm vardı benim. Bunlar rüyalarımda ortaya çıkıyordu, yazılarımda ortaya çıkıyordu. Evet yazıyorum, yazmak günlük hayatımda anlatmaktan sonra yaptığım en sık şey. Hayallerimi yazıyorum, düşüncelerimi yazıyorum, hikayeler yazıyorum, bir roman yazıyorum, bir oyun yazmaya çalıştım, rüyalarımı yazıyorum, masalları yazıyorum. Yazıyorum da yazıyorum. Ama bunları paylaşmıyorum.
Paylaştıklarım, bilgi yazıları daha çok. Kalbimden geçen hikayelerimi pek paylaşmadığımı fark ettim. Az önce, kalktım, bilgisayarın başına geçtim. Yıllar önce gördüğüm bir rüyayı hikaye şeklinde yazmıştım o aklıma geldi ve paylaşmak istedim. Belki biraz yarım kalmış bir hikaye, belki sizin için tamamdır, bilemem. Rüyalar ve psikolojiyle ilgilenenler çözümleyebilir, karışamam.
Sadece kendim istediğim için paylaşıyorum, bu birilerinin işine yarayacak mı yaramayacak mı diye düşünmeden. Sürekli işe yarayacak şeyleri yapma telaşına girmeden. İçimdeki dünyaları mutlu etmek için.
Keyifli okumalar…
Sıla
Tiyatronun Tanrısı
General tam ortamızdaki yatakta yatıyordu. İyice yaşlı göründü gözüme akşam güneşi pencereden içeri vururken. Neşesi yerindeydi bugün sürekli şaka yapıyordu. Eski zamanları anlattığında daha bir neşelenirdi, çoğu insan gibi hüzünle hatırlamazdı geçip giden yılları. General iki güzel kadının yatağının arasına düştüğü için mütemadiyen bu konuyla ilgili bel altı şakalar yapardı, nasıl olsa hastaneden çıktığımızda onu görmeyeceğimizi düşündüğümüz için biz sahte bir gülümsemeyle karşılık vermeye çalışırdık. Bugün odamız çok kalabalıktı. Generalle benim ziyaretçilerimiz olmazdı ama oda arkadaşımızın her zaman yanında birileri olurdu. O büyük bir tiyatroda oyuncuydu, bir prenses. Çok güzel bir sesi vardı ancak o kadar çok oyunda oynuyordu ki sesi kısılmıştı, bir türlü de düzelmemişti. Ne yaparlarsa yapsınlar boşunaydı bu yüzden prenses çok gergindi. Pencereden bakardı sabahları ve küçük kuşlar gibi şarkı söylemeye çalışırdı. Sesi buğuluydu ve hüzünden ağlardı.
Hastanede yatışımızın üçüncü ve son günüydü. O gün hepimiz sırasıyla taburcu olacaktık. Prensesin yanında yine tiyatrodan kişiler vardı, herkes akşamki oyuna çıkıp çıkamayacağını konuşuyordu. Birden aklıma üniversite yıllarında yaptırdığımız bir iğne geldi, ah dedim neden düşünemedik, prenses rahatlayabilirdi ve sesini kullanabilirdi. Üç gün boşa geçmişti, kimsenin aklına neden gelmez bu? Bu fikrim Generali güldürdü, her zaman yüzü gülerdi zaten. O gülüşü, hikaye anlatışındaki sesi, bakışları. Yaşlı bir adam gibi değildi, onun gözleri daha genç olduğunu hissettirdi. Hepimiz iğne ile ilgili konuşurken General yatağından kalktı ve o etkileyici sesiyle bize veda etti, kapıdan çıkarken de gülümsüyordu işte tam o anda tüm gerçekler yüzüme bir bir çarpmaya başladı. Biz ne yapmıştık, nasıl olur da generali kaçırabilirdik. O general değil di ki, o yılların oyuncusuydu, hepimizin ustasıydı, o tiyatronun kurucusu sayılırdı, o bir tanrıydı ve General rolünü burada yattığımız üç gün öylesine güzel oynamıştı ki biz onun asıl kimliğini unutmuştuk ve işte şimdi de çıkıp gitmişti. Prensesin sesini nasıl geri getirebileceğimizi sadece o bilebilirdi, General olmayan general, tiyatronun tanrısı.
Ücretli üyeliğe geçiş yapmak istersen seni neler bekliyor?
Anlatma Kulübünde; Yeni hikayeler öğrenmek istiyorsan, anlatmak istiyorum ama nerede diye düşünüyorsan, çalışıyorum ama pratik yapamıyorum diyorsan. Anlatma Kulübünde aradığın her şeyi ve daha fazlasını bulacaksın.
Her ne anlatmak istersen; Masal, Hikaye, Film, Anıların, Sunumlar…
Her ay zoom üzerinden buluşup birbirimize anlatacağız. Hem pratik yapmış olacağız hem de bildiklerimizi birbirimizle paylaşacağız hem de bir masal arşivimiz olacak.