Kasım ayının Derinlerdeki Hikayeler konusu “Gölge”
Bunun bir kaç sebebi var. Bu ay bir doğa döngüsü yok ama 31 Ekim Samhain’i yaşadık sonra da 1 Kasım’da da Akrep Yeni ayı dönemine girdik. Bunlar hakkında pek bir şey bilmiyor olabilirsiniz ya da bunlar ilginizi çekmiyor olabilir ama yine de sonbaharın son ayına girmiş olmak, kışın soğukları ile mücadele etmek için son bir güç toplamak ve aslında bu zamana kadar nasıl yol aldık, neleri ektik, neleri biçtik ve neleri ihmal ettik görmek için güzel bir dönem.
Çatı Katında Masallar etkinliği yapıyorum biliyorsunuz Bostanlı’da iki haftada bir Çarşamba günleri. O günler de ya yeni aya ya dolunaya ya ay tutulmasına falan denk geldi hep. Bu sefer de 30 Ekim’e denk gelince Korku Masalları anlatmak istedim. Günümüz insanı, çocuklar da dahil olmak üzere yatağın altındaki canavarlardan, bizi yok etmek isteyen devlerden, kurtlardan, bizi yemeye niyetli cadılardan korkmuyor.
Kendi korkularımı düşündüm, korkularımın büyük bir kısmı içeriden kaynaklanıyor. İnsana ait özelliklerimden, gölgelerimden.
Gölge kavramını duymuşsunuzdur diye düşünüyorum pek çok kişinin gölgeyle ilgili yazıları ve çalışmaları var ama ben açık ara Jung’u bu konuda okumayı çok severim.
“Bilince çıkarmadığımız her şey hayatta kader olarak karşımıza çıkar.” Jung
Bu tanımla gölgelerimizin hayatımızın kontrolünü ele geçirmesinden bahsediyor ve gölgeyle ilgili anlatılan tüm hikayeler bize bunun doğruluğunu kanıtlıyor.
Gölge ile ilgili dört hikaye ( biri benim hikayem) anlatmak istiyorum size.
İlki;
Masal akşamında Andersen’in doğrudan adı “Gölge” olan masalını anlattım.
Bu masal; nazik, bilgili, kibar bir adamın bir bilgin’in hikayesi. Bilgin, kavurucu bir yaz gününün serin akşamında gölgesinin karşıki balkondan içeri girmesini ve günlerdir merak ettiği o evi görmesini “şakacıktan” gölgesinden ister ve sonra adamın gölgesi ondan ayrılır. Sonrasında ise gölgenin güçlenmesi ve en sonunda da adamın gölgesinin, aslında gerçek insan olduğunu ve asıl bilgin’in gölge olduğunu söylemesi ve prensesin de buna inanması ile sonlanır.
Bu çok etkileyici bir hikayedir, Andersen masal özelliklerini kullanarak pek çok gölge hikayesi yazmış. Kendi hayatı acılarla, ezilmişlikle, büyük başarılarla, kendini sevilmez hissetme ile dolu bir yazar. Çocuk hikayeleri yazıyor ama bence hikayeleri daha çok içindeki çocuğu bir köşeye sıkıştırmış ve hapsetmiş yetişkinler için.
İkincisi;
Dün akşam “Cevher” filmini sinemada izledim, hani şu Demi Moore’un oynadığı film ve fragmanından ya da tanıtımından kesinlikle filmin sertliği anlaşılmıyor, bu yazıda spolier vermeyeceğim ama eğer hassas biriyseniz kesinlikle tek başınıza izlemenizi önermem. Hem deli gibi zevk aldım filmden hem de aşırı rahatsız oldum. Kesinlikle yönetmen yapmak istediği şeyi yapmış.
Corelie Fargeat, Fransız bir yönetmen ve filmin senaryosunu da kendisi yazmış. Bu film üzerine çokça düşündüm ve oradaki her bir sembol düşündükçe aklıma geldi ve bende “vay be” anları yarattı. Zaten kendisi de verdiği röportajlarda sembolik bir dünya bir öz yaratmaya çalışmasından bahsetmiş.
Filmde kadınlara dayatılan güzellik algısı, yaşlanma korkusu teması çok güçlü bir şekilde veriliyor. Kendi bedeninden nefret etme, standarlara uymadığın anda kendini bir canavar olarak hissetmek ve aslında spiritüel dünya da sıklıkla duyduğumuz “kendinin en iyi versiyonunu yaratma” saplantısını çok çarpıcı bir şekilde anlatmış. Film baştan sona gölgeyi bastırma, bastırdıkça daha çok güçlenmesi ve gölgeyle yüzleşme üzerine olmuş. Bu şekilde izlediğimizde ve gölge ile ilgili tüm bildiklerimizi de hesaba kattığımızda Black Swan’ı geride bıraktı benim için.
Üçüncüsü;
Netflix’te yayınlanan Martha Stewart belgeseli. Burada Martha’nın Amerika’nın ilk kadın milyarder olma hikayesinin yanında onun mükemmele olan takıntısını ve sonra keskin düşüşünü izliyorsunuz ve tabi ki durdurulamaz azmini. Bir taraftan bakıldığında çok feminist bir hikaye çünkü erkeklerin tapınağı olan borsa binasına dekorasyon, yemekler ve bahçeciliği anlatarak giriyor ve orada yükseliyor diğer yandan da duygularını bastırması, kendini inkar etmesi ve erkek dünyasında acımasızca savaşması da hikayenin diğer bir yanı oluyor.
Martha, hapse düştükten ve servetinin çok büyük bir kısmını kaybettikten sonra küllerinden yeniden doğuyor. Onun yaşama azmi ve tutkusu çok etkileyiciydi benim için.
Ancak belgeseldeki en muhteşem an Martha’nın gölgesiyle birleştiği anı izlemekti. Bir televizyon programında, taşlamalar yapılıyor ve herkes birbirbirine giydiriyor ve sonunda o mikrofon başına geçtiğinde öyle şakalar yapıyor ki hem konuklar hem de salondakiler şok içinde kalıyor. Yaptığı şakalar çok sert ve tavrı da herkesin mutfak tezgahının arkasında gördüğü hali değil ve Martha’nın 70 yaşından sonraki yükselişi bu şekilde yeniden başlıyor. Belgeseli bir de bu şekilde izlemenizi öneririm.
Dördüncüsü;
Gölgelerimle ilgili düşünmeye, böyle şeylerin varlığından haberdar olmaya 28 yaşımdan itibaren başladım. O dönemde “Işığı Arayanların Karanlık Yanı” kitabını okumuştum ve çok çarpıcıydı o sırada benim için. Kitapta gölgelerimize isimler vermemizi ve onları konuşturmamızı söylüyordu çok etkili bir yöntem bence. Bu yazılarımdan birini sizinle de paylaşmak isterim, belki bir sonraki mailde.
Sonra Jung ile tanıştım, onun yazılarını okumak da geliştiriciydi. Gölge ile ilgili başka çalışmalar ve pratikler de yaptım. Her seferinde daha derine indim ve bu konuda çalışmaya devam ettikçe de kendimin daha farkında olmaya başladım. Gölgeler sadece içimizde değil, onlar dışarıdalar, hele de çok bastırmışsak bir özelliğimizi tam karşımızda bitebiliyorlar. Gölgelerimle yüzleştiğim en yoğun yıl, geçtiğimiz sene oldu. Kanlı ve canlı olarak karşımda görmekse inanın bana muhteşem bir deneyimdi,
eğer aklınızı kaybetmemeyi başarırsanız aklınızı başınıza getiren bir deneyim.
Bu yazı biraz uzun oldu o yüzden burda keseceğim. Ancak gölgeyle ilgili yazmaya devam etmek istiyorum bu ay boyunca.
Derinlerdeki Hikayeler mail grubunu oluşturmak için bu ay zamanım olmadı ama bir masal buluşması yapmak istiyorum, ayrıca aklımda başka bir sistem kurmak var, onu da size en yakın zamanda duyuracağım.
O zamana kadar kendinize ve gölgenize iyi bakın.
Ursula K. Le Guin’in Çocuk ve Gölge makalesinden bir alıntı ile sizi baş başa bırakıyorum.
“Büyümemiz için bize gereken gerçekliktir, insan erdemini ya da kötülüğünü aşan bütünlüktür. Kendimizi ve gölgemizi görmemiz gerekir. Çünkü gölgemizle yüzleşiriz; onu kontrol edebilir, onun rehberliğini kabul edebiliriz; böylece belki büyüdüğümüzde, güçlenip toplum içinde sorumlu yetişkinler olduğumuzda, dünyada yapılan kötülükler, katlanmak zorunda olduğumuz adaletsizlikler, azap ve acı karşısında, ve o en son niha, gölge karşısında, çaresizce teslim olmaya ya da gördüklerimizi inkar etmeye daha az eğimli oluruz.” Ursula K. Le Guin